İstiklal Marşımıza ve Andımıza Dair: İlkokul Sıralarındaki Bir Çocuğun Hatıralarından…

Abone Ol


Yanlış hatırlamıyorsam 1973-1974 eğitim öğretim yılının ikinci haftasıydı. Eski adıyla Ağvan İlkokulu, şimdiki adıyla Seslikaya Ziya Okutan İlk ve Ortaokulun bahçesinde nöbetçi öğrenci Cengiz Okutan tarafından çalınacak zili beklerken, sınıf başkanımız Hacer Kurtoğlu yanımıza gelmişti. “Arkadaşlar yeni ders programımız belli olmuş, haberiniz var mı?” diye sorduğunda, sınıfımızın en kısa boylusu olan sevimli arkadaşımız Mustafa Ocakçı bir adım öne çıkarak; “Sınıf arkadaşlarım adına ilk dersimizin ne olduğunu öğrenebilir miyim başkanım?” diye sormuştu. “Tabii ki Mustafa Bey” diye cevap veren başkanımıza, Mustafa’nın yanıtı da gecikmemişti: “Hemen arz edeyim. İlk iki dersimiz, Sabri’nin çok, bizimse kısmen de olsa sevdiğimiz Hayat Bilgisi olacak…” İlk iki dersimizin Hayat Bilgisi olacağını duyar duymaz ders zilinin bir an önce çalmasını istemiş ve sabırsızlıkla beklemeye başlamıştım.
Zil çaldığında saatler 08,15’i gösteriyordu. Öğrenci arkadaşlarımızla birlikte, çok kısa süre içerisinde İstiklal Marşımızı ve Andımızı okumak için, sınıf ve boy sırasına geçmiş, okul müdürü ve öğretmenlerimizin gelmesini beklemiştik.
Öğretmenler bir süre geçtikten sonra dışarı çıkmıştı ve hepimiz, nöbetçi öğretmen eşliğinde gür bir sesle İstiklal Marşımızı okumuştuk. Bu esnada nöbetçi öğrenci tarafından cuma günü saat 15:15’de göndere çekilen Şanlı Bayrağımız indiriliyor, dördüncü ve beşinci sınıfın nöbetçi öğrencileri tarafından düzgünce katlanıp, öpüldükten sonra müdür odasında bulunan dolabın en üst rafına konuluyordu…
İstiklal Marşımız, pazartesi ve cuma günleri okunur, hafta başında tüm öğrenciler Marşı söyledikten sonra derslere girer; hafta sonuna açılan cuma günü ise Marşımızın üzerimizde yarattığı heyecanla evlerimize dağılırdık. Diğer günlerde de sabah derse girmeden önce okunan Andımız, her gün için farklı bir nöbetçi öğrenci yönetiminde, tüyleri diken diken eden ve okulun etrafında oturan herkesi kapılara/pencerelere çıkaran gür bir sesle, bütün öğrenciler tarafından okunurdu…
Bu ritüeller tamamlandıktan sonra bizler sınıflarımıza yönelir ve sıralarımıza oturarak öğretmenlerimizin gelmesini beklerdik. Öğretmenler zili çaldıktan tam bir dakika sonra sınıfımızın kapısı açılır, sevgili öğretmeniniz Nermin Kabaoğlu görünürdü. Son derece zarif ve şık giyimli öğretmenimiz, o güzel ve anne gibi yumuşacık ses tonuyla “günaydın çocuklarım” dediğinde günümüzün gerçekten aydınlık olacağına inanır, havanın kapalı, yağmurlu veya fırtınalı olmasına aldırış bile etmeden ışıl ışıl parlayan gözlerimizle kendisine bakarak “günaydın öğretmenim” diye cevap verirdik…
O gün de öğretmenimiz Hayat Bilgisi dersiyle güne başlamıştı. Ardından Türkçe, Matematik ve Elişi dersi geleceğini söylemişti. Hayat Bilgisi dersimizin konusuydu “Yerli Tohum”. Hemen aklıma annemle yaptığım bir şey gelmişti. Pamuk içerisinde fasulye çimlendirmiştik bir süre önce… Heyecanla öğretmenimin anlatacaklarını dinlemeye başlamıştım… Bana neler katacaktı kim bilir…
Gelecek yazımda paylaşacağım bunu sizlerle….
Bu vesile ile Cumhuriyetimizin 95’inci Yılı Hepimize Kutlu Olsun…